TÜRK OKÇULUK ARAŞTIRMALARI VE PAUL E. KLOPSTEG (1889-1991)

 

Osmanlı okçularının atış rekorları Avrupalı okçular tarafından yakın yıllara dek kırılamamıştı. Bunun en önemli nedeni Türklerin kullandıkları bileşik yaylardı. Yapımı 5 ile 10 sene arasında süren bu yaylar, tabakalar hâlinde tahta, boynuz ve sinirden oluşuyordu. Ayrıca bu yaylar ‘refleks’ yapılıydı, yani kirişi takılı olmadığı zaman ters dönerdi. Bu tür yayların benzerleri, İran, Çin gibi ülkelerde de kullanılmıştı.

Ok Meydanı’ndaki nişan taşlarında kayıtlı rekorların en uzunu, III. Selim’in 1798 yılında yaptığı 888 metrelik atışıydı. Bu inanılmaz rekorları merak eden Batılı okçular 20. yüzyılın ilk yarısında Türk okçuluğu ile ilgili bilimsel araştırmalara giriştiler. Onların çalışmaları temel alınarak yeni geliştirilen yaylar sayesinde modern okçular nihayet 1977 yılında III. Selim’in rekorunu kırmayı başardılar. 1933 yılına kadar dünya rekoru, Türk yay takımı kullanan Ingo Simon’a aitti.  Simon 422 metrelik atışını 1914 yılında yapmıştı.

Okçuluk, savaş sahnesinden tamamen çekildikten sonra Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de de bir spor olarak yaşadı. Özellikle III. Selim ve II. Mahmud okçuluk sporuna meraklı idiler. Onların zamanından sonra ilgi azalsa da geleneksel yay yapımı Osmanlı döneminin sonuna kadar sürdürülmüştü. Süheyl Ünver, tıp öğrencisi olduğu yıllarda (1915-1921) İstanbul’un son ok ve yay dükkanını Okçularbaşı semtinde gördüğünü anlatıyor. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, belki bu dükkanın sahibi olan son yay ustası, İstanbul Devlet Tatbiki Sanatlar Okulunda öğretmenlik yapmıştı. 1928 yılında kendisiyle görüşen Amerikalı koleksiyoncu Cameron Stone’a (1859-1935) bu ustanın artık yay imal etmeyip eski yayları tamir etmekle meşgul olduğunu söylemişti.

İngiltere’de ok atış rekoru 310 metre iken Londra’da yaşanan ilginç bir olay, Türk okçuluğuna dikkat çekmişti. 1794 yılında Osmanlı Büyükelçilik sekreteri Mahmud Efendi, İngiltere Okçuluk Derneğinin üyeleri önünde 423 metrelik bir atış yapmıştı (bazı kaynaklara göre bu mesafe 440 metre idi). İngiliz okçular bu atışa şaşırdıkları hâlde Mahmud Efendi, kendisinin formda olmadığını, yayının kullanılmamaktan sertleştiğinin, ayrıca da kendisinin çok iyi bir okçu olmadığı için bunun olağandışı bir atış olmadığını söylemişti. Mahmud Efendinin yayını çekmeye çalışan İngiliz okçulardan hiçbiri onun kadar çekemediler.

Mahmud Efendi, yayı ve aksamını (siperi ve okçu yüzüğü) İngiltere Okçuluk Derneğine (Royal Toxophilite Society) bağışlamış fakat bunlar yüz yıl kadar saklandıktan sonra kaybolmuştu. Ayrıca atışı ile ilgili olarak şahitlerin imzalarını taşıyan kayıt tutulmuştu, ancak bu kayıt da günümüze gelmedi. Kaybolmadan önce Mahmud Efendinin yayını bir çok kez inceleyen okçu Ingo Simon yayın deri kaplı olduğunu söylüyor.

Amerikalı fizik profesörü Paul Klopsteg, 1929 yılında Türk okçuluğu ile ilgilenmeye başlamış ve araştırmalarını 1934 yılında Türk Okçuluğu ve Bileşik Yay adlı kitabında yayınlamıştı. Eski yay ve okları toplamak, müzeler ve koleksiyonlarda bulunan örneklerini ve tarihî kaynakları incelemekten başka, Klopsteg, geleneksel teknikler kullanarak kendisi Türk tipi yaylar, oklar ve okçu yüzüğü (zihgir) yapıp deneyler yaptı. Kitabında Türk yayının sırtına yapıştırılan sinirler ve karnına yapıştırılan ince boynuzuyla hem dayanıklı, hem de kompresyon gücünün ve esnekliğinin yüksek olduğunu anlatıyor. Bilimsel açıdan incelediği Türk yayları ve oklarının malzemeleri, yapımı ve tasarımlarıyla ilgilenen Klopsteg sonra öğrendiklerini yeni tip ok ve yay tasarımlarına uyguladı.

Klopsteg’in Türk okçuluğu konusunda faydalandığı en önemli kaynak, II. Mahmud devri devlet ileri gelenlerinden Mustafa Kâni’nin okçuluk konusunda yazdığı 278 sayfalık bir risaleydi (Telhîs-i Resâilü’r-Rumât, İstanbul Matbaa-i Amire, 1263/1847, 278 sayfa). Bu risalede bulunan detaylı çizimler Şeyhü’l-Meydan’ın oğlu, okçu ve ok yapımcısı Behçet’e aittir. Klopsteg bu çizimlerin çoğunu kendi kitabında yayınlamıştı. Mustafa Kâni’nin kitabını anlayabilmek için Prof. Klopsteg, eski Türkçe’yi öğrenmeye bile girişti  fakat bu iş için gereken vakte ve sabra sahip olmadığını anlayınca Joachim Hein’in 1925 yılında yaptığı Almanca çevirisini kullanmak zorunda kaldı. Ancak Hein’in okçu olmaması nedeniyle Türkçeden İngilizceye yapılacak yeni bir çeviriye ihtiyaç olduğunu söylüyor. George Agar Hansard’ın 1840 yılında İngiliz okçuları için yazdığı Book of Archery adlı kitabını Mustafa Kâni’nin kitabıyla karşılaştıran Klopsteg, Kâni’ninkini daha değerli bularak, Hansard’ınki için “oldukça düşük düzeyde bilgiler veriyor” yorumunu yapıyor.

Dr. Marion Eppley, Cameron Stone gibi Istanbul’da eski Türk okçuluğu konusunda araştırmalar yapanlardan bilgi alan Klopsteg, nihayet 1951 yılında İstanbul’u kendi ziyaret edebildi. İstanbul’da bulunduğu sırada hâlâ açık alan hâlinde olan Ok Meydanı’na gidip orada yerinde duran birçok nişan taşını inceledi. Arşivini Northwestern Üniversitesi Kütüphanesine bağışlayan Klopsteg’in kitabında yayınlanan resimden başka nişan taşı resimlerinin bu arşivde bulunması muhtemeldir. Ok Meydanı yakınında bir de ok ve yay sembolü taşıyan bir yeniçeri mezar taşının resmini de kitabına almıştır. İstanbul’dayken ayrıca Topkapı Sarayı’ndaki ok ve yay koleksiyonunu inceledi.

Osmanlı yay yapımcıları, kendilerinin ve okçuların yüzyılların bilgi birikimi sayesinde üstün seviyede yaylar yapmayı başarmışlardı. Klopsteg, bugün aynı özelliklere sahip olan yayların yapımı için, uygun tahta cinsleri, tutkallar, boynuz, sinir gibi malzemeler, tasarım, yapım teknikleri ve atış teknikleri konularında önemli araştırmalarda bulundu. Aynı yıllarda Türk tipi yaylar yapmaya girişen başka yay ustaları ve okçularla bilgi alışverişinde bulundu (örneğin Robert Martin ve Curtis Hill). Temel çıkış noktasını Mustafa Kâni’nin verdiği bilgilerin oluşturduğu araştırmaları ve mekanik fizik bilgisiyle Klopsteg, yeni nesil bileşik refleks yaylar ve okların yapılmasına katkıda bulundu.

Hem fizikçi hem de okçu olması nedeniyle, Klopsteg, daha önceki araştırmacıların anlamadığı bazı teknik noktaları çözebiliyordu. Mustafa Kâni’nin, okuyucuları nasılsa biliyorlar diye, kısa geçiştirdiği ‘siper’ adlı aletin kullanımı buna örnektir. Atış uzunluğunda önemli rol oynayan siper, modern yaylara uygulandı. 1989 yılında Archery Review dergisinde overdraw shelf veya overdraw rest denen bu aletler için “en devrimci aksesuar” deniliyor ve yeni tiplerinin patentleri çıkarılıyordu. Okçu yüzüğünün Türk okçuluğun başarısına önemli katkısının bilimsel açıklamasını da Klopsteg’de buluyoruz. Bugün release aid adıyla aynı görevi gören birçok alet kullanılmaktadır.

Modern menzil okçuluğuna geçmeyen bir teknik ise Mahmud Efendinin de kullandığı abriş oklarıdır. Talim yapacak kadar geniş bir arazi bulmak, uzun mesafe okçuluğu yapanlar için bugün en önemli sorundur. Bu yüzden modern okçuların çoğu nişan okçuluğu tercih ediyorlar. Hâlbuki talim için özel tasarıma sahip olan abriş okları, baş tarafına uygulanan helezon şeklinde tüyler sayesinde sadece bir kaç metre ilerleyip yere düşüyorlardı.

Sonuç olarak Klopsteg’in kitabı eski yay yapım ve kullanım tekniklerini anlamak için çok önemli bir kaynaktır. Ayrıca Klopsteg’in eseri modern okçuluğun 20. yüzyılın ilk yarısında Türk yayları ve okçuluk tekniklerini inceleyenler sayesinde nasıl geliştiğini gösteriyor. 

Klopsteg, kitabının başında 19. yüzyıldan önce İngilizlerin Türk okçuluğuna ilgi duymamalarına şaşırdığını söylüyor. Türk Kültüründe Av Sempozyumu sırasında, Romanya’dan Prof. Dr. Mihai Maxim, Kristof Kolomb’un seyir defterinde bir Türk ok ve yayından bahsettiğini söyledi. Internette bulunan bu metnin 26 Aralık 1492 tarihli bölümünde, Kolomb’un o sırada bulunduğu Karaib adasındaki yerlilerin kralına Türk yayıyla atış gösterisi yaptırdığını kaydediyor. Avrupalıların hepsinin bu silaha karşı kayıtsız kalmadıkları anlaşılıyor.

Osmanlı atış rekorlarının efsaneden ibaret olduğu öne sürenler her zaman olmuştu, bugün de böyle düşünen Batılı okçular var. Klopsteg, araştırmaları neticesinde bu rekorların efsane olmadığı sonucuna varıyor ve bu konuya eğilip tanıkların söylediklerine yer vermekten başka, mesafeleri ölçmekte kullanılan gez’in değeri ve kullanılan ölçüm yöntemleri, okçu eğitimi gibi konular üzerinde duruyor. Türk yaylarının incelenmesi sonucunda öğrenilenlere dayanarak geliştirilen modern yaylar da eski atış rekorlarının efsane olmadığını gösteriyor.

 

ALINTIDIR: Priscilla Mary IŞIN - Türk Okçuluk Araştırmaları ve Paul E. Klopsteg (1889-1991)

ACTA TURCICA - Yıl 1, Sayı 1, Ocak 2009 “Türk Kültüründe Av”